Daha Az Çalışarak Daha Başarılı Olabilirsin

Öğrencilerde Genel Olarak Gördüğüm Yanlışlar

Bir yerlerde bir terslik olmasa bu kadar öğrenci, stresli sürecin karşılığını alırdı. Ama alamıyorlar. Kimse süreci değerlendirmek istemiyor ve daha çok, varolanı en iyi yapmaya konsantre oluyorlar. Bu bölümde bu güne kadar dersine girdiğim sınıflardaki öğrencilerde genel olarak gördüğüm sorunlardan, eleştirilerden bahsedeceğim. Bu satırları okumak seni korku ve endişeye sevk edebilir. Ama yazıyı okumayı bitirince güçlü ejderhayı öldürebileceğini göreceksin. Tek gereken son etaba gelmeden gerekli iksirleri, güçleri toplamak ve güçlerinde ustalaşmak. Bu bölümdeki esas olarak göreceğin şey kahramanların, yiğitlerin nasıl olup tek tek ejderha tarafından yok edildiğinin yada yaralandığının hikayesi.

Stresli Bir Yaşamı Tercih Etmek

İnsan bilerek stresli bir yaşamı tercih eder mi? Evet, eder. İnsanların ve insan oldukları için, doğal olarak öğrencilerin, bilerek veya bilmeyerek ne kadar çok tercih yaptıklarını bilsen şaşarsın. Kader deyip geçtiğimiz pek çok şeyin kendi tercihlerimizin doğal sonuçları olduğunu insan zamanla anlıyor. Örneğin, yağmur altında, soğukta bir saat futbol oynadığınız zaman üşütüp, hasta olmanız pek de kaderle alakalı bir şey değil bence. Gece geç saate kadar bilgisayar oynadığınız için sabah yorgun ve dinlenmemiş olarak okula gitmekte kader değil. Bunlar bilinçli veya yarı bilinçli tercihlerimiz. Burada neden sonuç ilişkisinin önemi çıkıyor.

Öğrenciler stresli bir yaşamı nasıl tercih ederler. Aşağıda genellikle karşılaştığım bir öğrenci gelişim kronolojisi bulacaksınız.

1.  Öğrenci zor bir lise giriş sınavı atlatır. Amacı iyi bir liseye girmektir ve bunu başarmıştır. Ayrıca sınavda yüksek puan aldığı için kendine güveni tamdır.

2.  9.Sınıfta bu seneyi dinlenme yılı ilan eder. Hakkıdır (!) çünkü bir önceki sene çok çalışmıştır. Şimdi hiç çalışmamalıdır. Doğal olarak ders harici konulara yönelir. Genellikle Bilgisayar Oyunları çıkar karşısına ve oyun oynamaya başlar. Geç saatlere kadar bilgisayar oyunları, gecelerce devam eder.  

3.  İlk sınavlar yaklaşır, ama sorun yok. Zaten zeki. Son hafta çalışır ve gerekli notu alır. Ama dur! Genelde öyle olmaz. İlk sınavlarda hiç beklemediği bir not alır. Paniğe gerek yok bir sonraki sınavda düzeltir. Ama ailelerde hafif bir "acaba" duygusu gelir.  

4.  İkinci sınavlara biraz daha önce çalışmaya başlar. Bu arada aileden sürekli olarak "Gene mi bilgisayar oynuyorsun?, Bak gene kötü sonuçlar gelirse görüşürüz!" uyarısı yapılır. İkinci sonuçlar gene hüsran.

5.  Aile okula gelip şöyle bir öğretmenleri gezer ve öğrencinin durumunu sorar. Söylenen şeyler hiç de iç açıcı değildir. Sabah ilk saatlerde uyuklamalar, derste dikkat dağınıklığı, ilgisizlik temel şikayetlerdir.

6.  Aile düşünür düşünür ve suçluyu bulur, bilgisayar oyunları. O akşam sert bir toplantı yapılır ve önce bilgisayara şifre konur ve belirli aralıklarla açabileceği söylenir öğrenciye. Bu arada öğrencide duygusal çöküş ve öz güvenini yitirme yaşanmaktadır.

7.  Öğrenci bilgisayar şifresini aşmanın yolunu bulunca, bu sefer aile bilgisayarı toplar, kutusuna koyar ve depo gibi bir yere kaldırılır. Yazın açabileceği söylenir. Yalnız bu önlemlere rağmen notlarda kayda değer bir ilerleme olmaz. Öğrenci bu süreçte gittikçe içine kapanır. Ders çalışıyormuş gibi görünür ama çalışamaz. Öğrencinin gözden kaçırdığı temel mesele 9.sınıfı kendisinin tatil ilan etmesinin tek taraflı olmasındandır. Yani okul da öğrenciye 9.sınıfı tatil ilan etmemiştir. Kendisi dururken diğer öğrenciler ilerleyip geçmiştir. Bir gayretle sözel dersleri toplayabilirsiniz ama sayısal dersler temel ister.

8.  10.sınıf yeni umutlarla başlar. Geçen seneden ders almıştır öğrenci. Başlar çalışmaya hiç durmadan. İlk sınavlar gelir, gene kayda değer bir artış olmaz notlarda. Çünkü, 10.sınıfın konularını anlayabilmesi için önce 9.sınıf konularını bilmesi gerekir. Bu sefer gerçek anlamda bir çöküş yaşanmaya başlar. "Çalışsam yaparım"'dan "Çalışsam da olmuyor"'a geçiş olur. Aileyle geçen seneden iyi olmayan ilişkiler daha da gerilir. Bu aşamada öğrenciler ikiye ayrılır; 1) Ailelerine boyun eğip, odasına gidip çalışıyorMUŞ gibi yapan öğrenciler, 2) Ailesiyle tartışmaya girip ailesinden uzaklaşınca mutluluk bulacağını sanan diğer öğrenciler. Özellikle ikinci guruptakilerin büyük risk altında olduklarını düşünüyorum. Öğrenciler bu dönemde zararlı alışkanlıklara kolaylıkla başlayabilirler.

9.  Bu arada ikinci sınavlar, ikinci dönemin sınavları, olup geçer. Öğrenci sınava girer. Sonuç gene hüsran. Ailelerde bir telaş, çocuğu kurtarma çabası. Özgüveni yitirmiş bir öğrenci. Aile içi ilişkiler sorunlu. Aynı evde birbirine yabancı aile bireyleri. Alın size Stresli bir yaşamın anahtarı.

Sorunun nedeni olarak bilgisayar oyununu görüyorsanız, bence yanılıyorsunuz. Sorun ya hep ya hiç de yatıyor. Örnek olarak öğrenci ilk başta hep oyun oynadı, hiç çalışmadı. Daha sonra da hep çalıştı hiç oynamadı. Dengeli bir dokuzuncu ve onuncu sınıf olsaydı her şey yerli yerinde ve stressiz bir başarı olurdu.
Başka bir ihtimal daha geliyor aklınıza ya öğrenci 9.sınıfı tatil ilan etmeyip, lise giriş sınavına hazırlandığı dönemki gibi çalışmaya devam etse ne olurdu. Cevap basit “Hasta olurdu”, hem ruhen hem bedenen. Lise öğrencilerinde çok çalışmaktan ve yeterince dinlenmekten ve eğlenmekten mahrum kalan öğrencilerin üst sınıflarda çok büyük ruhsal sorunlar yaşadıklarını defalarca gördüm. Balonu sürekli şişirir ve hiç havanın çıkmasına izin vermezseniz en sonunda patlar. Gece gündüz ders çalışırken, birden çalışmayı bırakıp hiç ders çalışmayan pek çok öğrenci tanıdım öğretmenlik hayatımda. Kabul etseniz de, etmeseniz de insan bir bütün. Bir tarafını geliştirip, diğer taraflarını geliştirmediğiniz zaman eninde, sonunda bir şeyler ters gitmeye başlıyor. Liseyi atlatabilse bile en geç iş hayatında, ihmal ettiği şeyler kendini mutlaka buluyor.

Buradaki “bilgisayar oyunu” kısmını değiştirip, kendinize göre ayarlayabilirsiniz. Bu bazen kötü arkadaş çevresi olur, bazen kötü bir alışkanlık fark etmez, süreç aşağı yukarı aynıdır.

Mış Gibi Yapmak

Bir şeyi gerçekten yapmak ile mış gibi yapmak arasında çok büyük farklılık var. Aşağıda bazı MIŞ gibi yapmaya örnekler verilmiştir.

Ders ÇalışırMIŞ Gibi Yapmak

Buna en güzel örnek öğrencinin sınavda kopya çekerken ki hali. Kopya çekimi sırasında öğrencinin bütün gücü, dikkati her şey en üst seviyededir. Çok uzak mesafeleri görebilir. İki sıra ötedeki öğrencinin kağıdı gibi. Çok hızlı yazabilir. Uzun metinleri aklında tutabilir. Ve tüm bunları yaparken de bir de öğretmeni kontrol edebilir. Normalde 15, 20 dakika da yapılacak bir işlemi 1 veya en geç iki dakika da yapabilir. Şimdi slogan geliyor;

Öğrenciler, kopya çekmeye çalışırken ki dikkati, özeni, hızı, zekayı normal ders çalışırken gösterseler Einstein kadar başarılı olurlar. Gerekli dikkat verilmiş ve istekli bir saat çalışma, tam tersi bir durumdaki saatlerden çoğu zaman daha kıymetli.

Ders çalışırMIŞ gibi yapmanın bir sürü zararı var. Şu an aklıma gelenler;

1.  Önce çevrendekilerin sonra da kendinin ders çalıştığını sanması: Bu durum rahatlama hissi yaratır. Huzur verir. Görevi tamamladığın sanarsın ama gerekli bilgileri edinmemişindir. Her şey tarafsız bir ölçme değerlendirmeye kadar güzel gider, sonra gerçek ortaya çıkar. İşin en garip tarafı bu başarısızlık çoğu zaman öğrencinin kendine de sürpriz olur. Çünkü, yalana kendi de inanmıştır.

2.  Kıymetli zamanın boşa harcanması: Ders çalışmak için bir zaman ayırdın. Diyelim ki 3 saat. Bu üç saat boyunca ders çalışmaktan başka bir şey yapmadın, ders çalışırMIŞ gibi yaptın diyelim. Bu pratikte ders çalışmadın demek. Eğer ders çalışmasaydın başka bir şey yaptım diyebilirdin. Örneğin, film izledim, müzik dinledim, oyun oynadım gibi. Dolayısıyla bu zaman için ne ders çalıştım diyebiliyorsun (pratikte çalışmadın) ne de başka bir şey yaptın. Kısaca hayatının bu en güzel döneminin 3 saati boşa geçti. Pratikte 3 saatlik iş gücü karşılığında aldığın bir şey yok.

3.  Tarafsız bir ölçme değerlendirme sonunda umutsuzluk ve güven kaybı: Ders çalışırMIŞ gibi yapınca herşey bir süre güzel gidiyor, sonra bir deneme sınavı veya normal sınav sonrası son derece düşük bir not. "Ders çalışmıyorum, çalışsam yaparım" diyordu öğrenci ama şimdi "çalıştığım halde yapamadım" diyor. Ve bu durum öğrenciyi "ben yeterince zeki değil miyim?" düşüncesine sevk ediyor. Orada gözden kaçırılan kısım sen ders çalışmadın, ders çalışırMIŞ gibi yaptın.

ÖğrenciyMİŞ Gibi Yapmak

Öğrenci kavramı öğrenciler tarafından genel olarak “okula giden, sınav olan, geç kalınca yok yazılan, öğretmeni ders anlatırken dinleyen” tarzı bir şekilde tanımlanıyor. Öğrenci demek temelde öğrenenen kimse demek. Ben bu tanımı biraz değiştirip şu hale getiriyorum;

Öğrenci sürekli merak eden, merakını gidermek için sürekli arayış içerisinde olan, ayrıca bu merakını gidermek için arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, internetle, kitaplarla ve diğer bilgi kaynaklarıyla iyi bir iletişim halinde olan ve öğrenme alışkanlıklarını ve güçlüklerini araştıran ve tespit eden, kısaca kendini tanıyan, zayıf ve güçlü yanlarını tespit edip, zayıf yanlarını geliştirmeye çalışan kişidir.

Eski dönemlerde kağıt yaygın ve rahat ulaşılabilir değildi. Ayrıca matbaa yoktu. Eğer bir kitabı çoğaltmak istiyorsanız, yazıcılara verirdiniz, onlarda bakarak aynı metni yazarlardı. Bu nedenle bir kitabın kopyalanması uzun sürerdi. Ayrıca bu durum oldukça yüksek bir maliyete neden olurdu. Bundan dolayı bilim öğrenmek isteyen kütüphanelere gider, örneğin Bağdat’a gider ve uzun yıllar orada kütüphanedeki kitapları araştırırdı. Bugün çok garip geliyor ama o yıllarda bilgiye ulaşma yöntemi buydu. Bugün ise cebimizde taşıdığımız cep telefonu ile ulaşamayacağımız hemen hemen hiç bir bilgi yok. NASA cebimizdeki telefonun işlemci gücünün daha azıyla yıllar önce Uzaya Adam gönderdi. Bugün sorun bilgiye ulaşma sorunu değil, bilim öğrenmek için memleketinden ayrılıp Bağdat’a giden öğrenci ruhunun kalmaması. Yanlış anlaşılmasın, öğrencinin bilim öğrenmek için Bağdat’a gitmesine gerek yok, kulaklarını, gözlerini kapatmasın yeter, bilim gelir onu bulur.

Bahane ve Mazaret Üretmek

Ne yazıkki hayatımızı bahane ve mazeret üzerine kurarız çoğu zaman. Ölüm hariç mazeret yoktur. Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. “Ben sana Japonya’da falanca kitapçıda de bir kitap var. Bir hafta içerisinde onu alıp gelebilir misin?” desem muhtemelen hayır dersin. Mümkün gözükmüyor zaten. Muhtemel nedenler;

1.  Bir kere ailen izin vermez.
2.  İkincisi o kadar paran yok.
3.  Derslerde yok yazılırsın.
4.  Uçak bileti bulmak sorun.
5.  Japonca bilmiyorsun. Oraya gitsen bile kitapçıyı bulmak bir sorun.

Yukarıdaki nedenlere benzer nedenlerle “Hayır” dersin. Şimdi mümkün olmayan bu olayı mümkün hale getirelim;
Sınıfa elime bavullar dolusu para, 10 milyon dolar getirsem. Ayrıca yanımda bir noter olsa. Ve notere bir hafta içerisinde görevi tamamlaman karşılığında bu parayı sana vereceğime dair anlaşma imzalasam. Sonuç olarak, görevi tamamlaman karşılığında bu ödülü alacağına kesinlikle inansan, neler olur bakalım.

1.  Ailen muhtemelen ödülü alırsan hayatının kurtulacağını düşünür ve hemen izin verir. Üstelik sana yardımcı olmaya çalışırlar.
2.  Bir banka müdürünü çağırıp, durumu izah edip yardımcı olması karşılığında kazanacağın ödülü bankalara yatıracağına ikna edersen, banka kredi olarak gerekli parayı sağlayacağı gibi, muhtemelen uçak bileti bulmaktan tut, orada yardımcı olacak birilerini de ayarlar.
3.  Muhtemelen sen daha uçaktan inmeden, rehber uçağın kapısında bekliyor olur. Seni o kitapçıya götürür ve kitabı aldıktan sonra aynı yolla geri getirir. Sende kitabı getirir ve ödülü alırsın.

Olayı incelersek birinci ve ikinci durumda mevcut şartlar hiç değişmedi. Ödülü alana kadar maddi durumun da aynıydı. Öğrenciydin gene. Ailen, herşey aynıydı. Değişen şey. Ödülü alacağına ikna olman, güvenmen ve gerçekten istemen.

• Akşam elektrikler kesikti, bazı öğrenciler için bahanedir. (Komşuya gidebilirdin.)
• Akşam misafirler vardı, bazı öğrenciler için bahanedir. (Başka bir odaya veya arkadaşına gidebilirdin.)
• Matematik çok zor, bazı öğrenciler için bahanedir. (Bir tek sana mı zor, dünya da daha önce matematik anlayan oldu mu? O zaman sen de yapabilirsin.)
• Okul veya öğretmen iyi değil, bazı öğrenciler için bahanedir. (Günümüzde o kadar çok internet, konu anlatım kitapları, arkadaş, diğer öğretmenler gibi kaynak var ki bunlar bahane üretmeyen öğrenciler için yeterlidir.)
• Akşam başım ağrıyordu, bazı öğrenciler için bahanedir. (Tamam ama ödev üç gün önce verilmişti. Sen son akşama bıraktın. Ayrıca sınıfta pencenin hemen dibine oturma ceyran yapıyor demedim mi? ben.)

Özetle hayatından “Ama” ve “Fakat” kelimelerini çıkarırsan imkansızın mümkün olduğunu göreceksin ve ne kadar çok şey başaracağına inanamayacaksın. Hayat kabul edebileceğim tek mazeret var, o da ölüm. İnsan nefes aldığı sürece her zaman bir ümit, bir yol vardır. Hayatındaki AMAlar ve FAKATlar ne kadar başarılı ve mutlu olacağını belirleyici olacaktır.

İnatçı ve Dirençli Olmamak

İnatçılığı ve dirençli olmayı senden daha iyi bilen olamaz. Bilgisayar oyunlarını oynamayı sevdiğini biliyorum. Oyun oynarken kazandığın olumlu özelliklerden bir tanesi bu. Oyunun bazı yerlerinde ölürsün ama yılmayıp defalarca yeniden, yeniden aynı bölümü geçmeye çalışırsın. Sonuç olarak oyunu bitirdiğine göre bazen defalarca deneyerek geçilmesi zor yerleri geçmişsin demektir. Hayatım boyunca çok nadiren oyuncuların ben bu etabı geçemiyorum deyip oyunu bıraktığını gördüm. Önce bir yoldan denersin olmadı mı başka bir yerden bir daha denersin. Ordan da olmadıysa bu sefer başka bir şekilde yeniden yeniden. O gün başaramasan bile başka bir gün başka bir şekilde yeniden ve yeniden. Ve en sonunda geçersin o bölümü.

Oyun oynarken kazandığın direnci ve inatçılığı bilgiye ulaşmak ve zor şeyleri öğrenmek anlamında söylüyorum, gerçek hayatta uygulasan pek çok başarıyı elde edersin. Öğrenciler herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında, örneğin zor bir matematik konusuyla bir kaç kere deneyip olmuyor deyip bırakıyorlar.

Öğrenciler son derece kırılgan.

Matematiği veya diğer dersleri dünyada ilk gören ve muhtemelen zorlanan ilk öğrenci sen değilsin. Senden önce de defalarca benzer durumda olanlar oldu. Yılmayıp üzerine gidenler bir sonraki etapa geçti.

Yaşadığı Süreç Hakkında Çevresini Bilgilendirmemek

Herkes olaya aynı çerçeveden baksa kısaca empati yapsalar büyük oranda anlaşırlar, anlaşamasalar bile kavga etmezler. Yalnız burada her iki tarafı anlamak gerekiyor. Burada görev öncelikle öğrencilere düşüyor. Ailelerini yaşadıkları süreç hakkında bilgilendirmeliler. Bunun yolu ailelerine dilekçeyle başvurmak değil. Yoğun ders çalışma sürecinde öğrenciler ailelerinden uzaklaşıyor. Genellikle kendi odalarına çekilip uzun saatler boyunca çıkmıyorlar. Oysaki zaman zaman odalarından çıkıp anne-babanın yanına gitmek gerekir. Gün içerisinde bir yarım saat belki bir saat oturma odasında geçireceğin vakit, hem onların seninle ilgili endişelerini azaltır hem de süreçle ilgili ister istemez bilgi verirsin. Bazen yapılan komik bir espri günün tüm bir yorgunluğunu alır. Aileler çocuklarından bir soru sorduklarında “Evet”, “Hayır” gibi kısa cevaplardan daha fazlasını beklerler. Burada çalışma saatlerini de aileye göre ayarlamak, onlara zaman ayırmak Matematik dersine zaman ayırmak kadar önemli bence. Herkes hayatının belirli dönemlerinde, özellikle üniversite sınavına çalışma gibi kriz dönemlerinde özel ilgiye, desteğe, kendisini anlayacak birine ihtiyaç duyar. Bu aşamada en doğrudan ve en rahat yardım alabileceğin kişi ailendir. Öğrenciler zaman zaman aile baskısı hissederler. Burada ailelerin temel motivasyonu, çocuğum aç, açıkta kalacak mı? korkusudur. Onlar zamanında hayatın zorluklarını çekmişler, çocuğum çekmesin istiyorlar. Kötü niyetleri yok. Sana hayatta en çok değer verecek kişi annen ve babandır. Sen onlar için hayatta en değerli şeysin. Bugüne kadar kızının ayakkabısından daha pahalı ayakkabı giyen baba görmedim. Eğer zaman zaman ailenle anlaşamıyorsan burada olaya aynı çerçeveden bakmamanın etkisi büyük. Zaman zaman otur, ailene hayatında işlerin nasıl gittiğini, nelere ihtiyacın olduğunu, nelerde zorlandığını, öğrenciliğin nasıl bir şey olduğunu tek tek anlat. Şunu diyebilirsin veya zaman zaman ailen “bizde öğrenci olduk” şeklinde ifadelerde bulunabilir. Onlara senin öğrenciliğinle, onların öğrenciliğinin aynı olmadığını anlatmalısın. En basitinden onların öğrenciliğinde internet ve muhtemelen bilgisayar oyunları yoktu, cep telefonu, sosyal ağlar yoktu. Bunların hayatını ne kadar etkilediğini, olumlu ve olumsuz yönleri ile ilgili aileni bilgilendirebilirsin.

Aynı evde yaşayan, tartışmaktan kaçınan, yalnız yabancılar olmaktan sa, arada sırada birbiriyle tartışan ama çoğu zaman birbirini anlayan, birbirlerini geliştiren ve destekleyen bir aile olmak bence daha değerli. Sağlıklı, demokratik bir tartışma kültürü hem bireylerin özgürce karşı tarafa düşüncelerini aktarmasını sağlar, hem de barış ve huzur getirir.

Spor veya Egzersiz Yapmamak

Kapıda bir araban var. Arabaya hiç bakmıyorsun. Düzenli olarak bakıma götürmüyorsun. Lastiklerini kontrol etmiyorsun. Yakıt durumunu bilmiyorsun. Arabaya binmesen bile düzenli aralıklarla arabayı çalıştırmıyorsun. Öylece terk edilmiş bir şekilde evin önünde duruyor. Üstelik hayatımız boyunca sadece bir defa araba almamız hakkımız var, onu da kullandık. Yedek parça değişimi var ama o da oldukça zor ve masraflı. Sonra bir gün acil hastaneye gitmen gerekiyor. Toz, kir içerisindeki arabaya biniyorsun. Araba garip sesler çıkararak çalışıyor. Bir sorun olduğu belli amma. Araba hareket ediyor ama garip sesler geliyor lastiklerden. Birde bakıyorsun ki, lastikler patlak. O şekilde gitmeye çalışıyorsun, bu seferde benzinin bittiğini fark ediyorsun. O zaman arabayı ihmal etmenin başına ne işler açtığını fark ediyorsun ama iş işten geçmiş oluyor.

Sürekli ders çalışıyorsun veya bilgisayar oyunu oynuyorsun. Sürekli sınıfta sırada (tahtadan yapılmış rahatsız bir tür mobilyamsı şey) oturuyorsun, mümkün olduğunca az hareket ediyorsun. Spor veya egzersiz yapmıyorsun. Sonra Üniversite Sınavını geçtiğine dair belge geliyor çok mutlu oluyorsun. Ama o aralarda kendini iyi hissetmiyorsun. Doktora gidiyorsun. Doktor zamanında spor yapmadığın için, kendine bakmadığın için iç organlarının etrafını yağ bağladığını ve buna bağlı olarak hayatının eskisi gibi olamayacağını söylüyor. Testlere devam ediyorlar bu seferde yüksek tansiyon ve şeker hastalığı çıkıyor. Bonus; karaciğer yağlanması. İhmal ettiğimiz arabamız bizi yarı yolda bıraktı.

Bu araba bizi her yere götüren taşıt. Ne kadar güçlü olursa yokuşları o kadar rahat çıkarız. Hayatımızın kalitesini büyük oranda bu araba belirler. Düzenli aralıklarla, muhtemelen 6 ayda bir servise göstermekte, çekap yaptırmakta fayda var. Unutma bir araba alma hakkımız vardı kullandık ve parça değişimi hem çok zor hem de pahalı. Şurdan dersine girdiğim pek çok öğrenci arabalarını kaderine terk etmiş, öylece duruyorlar.

Düzenli Aralıklarla Mola Vermemek

Öğrenciler mola vermeden çalışmayı alışkanlık haline getirmişler. Bir kere çalışmaya başladı mı bir daha durmuyorlar. Bazı öğrenciler teneffüs zili çalmasına rağmen yaptıkları işi yapmaya devam ediyor. Bunun bir çok zararı var. Aklıma gelenler şöyle;

1.  Oturmaya başladığımızda belirli bir süre sonra eklem yerlerimizde bir takım asitler birikmeye başlar. Bu asitler bir süre hareket edince dağılır. Eğer hareket edip bu asitleri dağıtmazsak, bizde huzursuzluk , stres, konsantrasyon güçlüğü gibi olumsuz şeyler yapar ve çalışmanın verimini düşürür.
2.  Sürekli aynı şekilde oturmak veya kalmak duruş bozukluklarına neden olur. Sınava kadar değil, sınavdan sonra da hayatına devam edeceksin. Sınava hazırlanma sürecinde yakalanabileceğin omurilik bozukluğu veya sürekli oturmaktan kaynaklanan herhangi bir  hastalık hayatın boyunca peşini bırakmaz. Bir taraftan alırken bir taraftan vermemek gerekir.
3.  Sosyalleşmeyi engeller. İnsanlar tek başına yaşamak için yaratılmış canlılar değil, mutlaka iletişim kurabilecekleri başkalarına ihtiyaç duyarlar. Sürekli ders çalıştığımız zaman arkadaşlarla eğlenmek, şakalaşmak, önemli bir haberi paylaşmak gibi pek çok şeyden mahrum kalırız. Bu durum moralimizi bozar. Son sınıfta en çok ihtiyaç duyulan şey moral.
4.  Çevre değişikliği, örneğin koridorda gezmek veya bahçeye çıkmak gibi faaliyetler kafamızı rahatlatır. Yeni şeyler düşünmemizi, buna bağlı olarak kısa sürekli dersten uzaklaşmamızı sağlar. Bu sayede bir beş dakika sonra çalışmaya döndüğümüzde daha rahat konsantrasyon sağlarız.

Buna benzer sonuçlar ve başkaları yazılmaya devam edilebilir ama gerek yok. Kısaca özetlemek gerekirse mola vermeden çalışmanın amacı daha başarılı olmak ama burada bir çelişki ortaya çıkıyor; mola vermediğimiz zaman çalışmamızın verimi düştüğü için normalde 1 saat sürecek işlem 3 saat sürüyor. Molalarda kaliteli harcadığımız beş dakikalar saatlerce yapılması muhtemel verimsiz saatlerden bizi kurtarır.

Motivasyon Kaynaklarından Uzak Kalmak

Bir araba için yakıt neyse bizim için de motivasyon odur. Yakıt olmadan bir araba ne kadar gidebilirse, motivasyon olmadan da o kadar ilerleyebiliriz. Motivasyon için içsel ve dışsal kaynaklar vardır. Örneğin iyi bir arkadaş çevreci dışsal motivasyona örnekken, bir şeyi başarma isteği içsel motivasyona örnek. Her iki motivasyon kaynağıda çok önemli ama ikincisi, içsel motivasyon tamamen bize bağlı, ve bizim geliştirmemizle gelişen bir şey. Dışsal motivasyon kaynaklarını her zaman kaybetme ihtimali vardır ama içsel motivasyon, bir nevi yaşamamıza bağlı olduğu için yok olma ihtimali daha düşüktür. Motivasyon bir nevi hedefe ulaşılınca elde edileceği düşünülen bir ödüldür.

Motivasyon belirlenirken yapılan, ve çoğu zaman küçük gibi görünen bir hatayı bu okulda defalarca gördüm. Öncelikle, aileler ve öğrencinin kendisi liseye girişte amaç olarak “iyi bir liseye girmeyi” hedefliyor. İyi bir liseye girmek hedef olabilir, bir sakınca yok ama aslında alt hedeftir. En üst hedef kişiden kişiye değişir; kimisi için mutlu olmaktır, kimisi için çok para kazanmaktır, kimisi için tanınan bir kimse olmaktır … Söylemek istediğim şey “iyi bir liseye girmek” alt hedef olması gerekirken, en üst hedef olunca ve o hedefe ulaşınca bireylerde bir boşluk oluşuyor. Liseye hazırlanırken “iyi bir liseye girmek” çok abartılarak, bu iyi niyetle motivasyonu artırmak için yapılıyor, asıl hedeften veya en üst hedeften şaşmaya neden oluyor. Bu nedenle 9.sınıfa başlayan pek çok veli ve öğrenci afallıyor. Aynısı üniversite sınavı için de geçerli. Üniversite sınavı bir üst hedef değildir, alt hedeftir. Daha büyük hedeflere ulaşmak için basamaktır.
Bu bölümde söylenmek istenen iki temel şey var; birincisi en temel motivasyon kaynağı her zaman kendin olsun, ikincisi her zaman en tepede bir hedefin (mutlu olmak, başarılı olmak, dünyaca tanınmak … gibi) olsun. Ve en büyük hedefe ulaşana kadar diğer hedeflerin sadece bir alt basamak olduğunu unutma.

Ezbercilik

Ezberciliğin kötü olduğunu söylemeyen yok ama öğrencilerin neden ezberlediğini düşünen veya ezbercilikten kaçınan yok. Örneğin kendi branşımdan örnek vereyim. İngilizce’de ezberlenmesi gereken kısım tüm ingilizceyi göz önüne alırsak %5’i geçmez ama öğrenciler %75 oranında ezberlemeye çalışırlar. Başka bir deyişle 100 tane şey öğrenmen gerekiyorsa bunun sadece 5 tanesini ezberlesen yeterli olacakken, ezbercilik hastalığına yakalanmış bir kimse 75 tane bilgiyi ezberlemeye çalışır. Bunun zararını anlata anlata bitiremem. Bu konuyla ilgili olarak İngilizce’de okuma anlama düzeyini artırma ile ilgili başka bir yazım var, istediğin zaman okuyabilirsin. Temelde ezbercilik daha çabuk unutmaya, buna bağlı olarak bıkkınlığa, güven kaybına neden olduğu gibi beynin gelişmesini de engeller. Aşağıda ezberlemeden pek çok şeyi öğrenme de diğer derslerden bir örnek verilmiştir. Biraz uzun ama okuduğuna değecek.

Bilgi: İlk çağ medeniyetleri ırmak ve göl kenarlarına kurulmuştur. (Tarih)

Bu bilgi ezberlenmesi gereken bir bilgi değil. Kendini ilk çağ medeniyetlerinin yerine koy, tarım yapmak istiyorsun ama su yok, çünkü sulama sistemi gelişmemiş. Şimdiki gibi devasa barajlar veya 40, 50 kilometreden su getiren borular yok. Üstelik ırmak kenarlarında taşınmış topraklar var ki bu topraklar çok verimli. Ayrıca hadi tarımı yaptın sebze yetiştirdin. Ürünlerin taşınması ve dayanıklılığı da ayrıca bir sorun. Buzdolabı veya soğuk hava kamyonları henüz icat edilmemiş, at arabasıyla ürünleri taşıman ve tazeliğini koruman gerekiyor. Bu nedenle ilk medeniyetler ırmak ve göl kenarlarına kurulmuş. Peki sonra ne olmuş? Bakmışlar ki insanlar bu topraklar verimli, herkes aynı toprakları istemiş ve savaşlar olmuş. Verimli toprakların olduğu yerlerle ilk savaşların olduğu, dolayısıyla ilk barış anlaşmasını olduğu yerler aynı. Peki insanlar gündüz çalıştılar ve para kazandılar, verimli topraklardan dolayı geceleri bir kalabalık var, eğlendirmek için ilk tiyatrolar ortaya çıkıyor. Bütün bunlara bağlı olarak, kültür, bilim ve medeniyet gelişiyor. Yukarıda söylediklerimin hepsini sen kendinde bulabilir veya bir kere okuyunca aklında kalabilirdi. Ama bunu yapmak yerine öğrenciler aşağıdaki şekilde ezberlemeye çalışıyorlar.

1.  İlk çağ uygarlıkları ırmak ve göl gibi su birikintileri etrafına kurulmuştur. (Tarih)
2.  Taşınmış topraklar verimlidir. (Coğrafya - Kimya)
3.  İlk savaşlar ve barışlar bu topraklarda olmuştur. (Tarih)
4.  Bir yerde verimli topraklar varsa orada nüfus kalabalık olur. (Mantık)
5.  Antik yunanda tiyatro çok önemliydi. (Edebiyat - Tarih)
6.  İnsanlar tarım ürünleri üreterek ve ürettiklerini satarak veya takas ederek ihtiyaçlarını karşılarlardı. (Ekonomi - Tarih)
7.  Burada kesiyorum bu içerikten yola çıkarak Sosyoloji, Psikoloji, Felsefe ... gibi pek çok bilimden bilgi vardır.

Bu bilgi ezberlenmesi gereken bir bilgi değil. Öğrenciler sebep sonuç ilişkisini düşünerek bir defa da öğrenebilecekleri bir bilgiyi başka dersler altında yeniden ve yeniden ezberlerler. Yanlış olan şeyde tam burası.

Öz Değerlendirme Eksikliği

Okullarda sınavlar yapılır. Sınavları yapmaktaki temel neden aslında öğrenciyi ölçmek değildir. Öğrenmenin gelindiği noktayı görmektir. Aslında sınav öğrenciye değil öğretmene yapılır. Öğretmen açısından bir rehberdir. Konunun ne oranda anlaşıldığını, aksayan yönleri tespit eder ve buna uygun olarak tedbir alır. Değerlendirme yöntemleri, klasik anlamda, sadece sınavlar yoluyla yapılıyordu. Günümüzde, ölçme denince, modern anlamda yazılı sınavların yanında akran değerlendirmesi, performans değerlendirmesi, ürün dosyası, blog yazıları, video blog uygulamaları gibi farklı yöntemler kullanılmaktadır. Hayatının hemen hemen her döneminde bilinçli, yarı bilinçli veya bilinçsiz olarak değerlendirmeye tabi tutulacaksın. Örneğin; yazdığın yazıyı başkasına okuttuğunda yüzündeki ifade aldığın notundur.

Öz değerlendirme, kısaca yapılan çalışmaların ne oranda istenen ölçüde olup olmadığının tespitidir. Bu tespit ne kadar başarılı olursa o oranda eksikler giderilir. Bence her öğrenci hafta da belirli bir zamanı öz değerlendirme yapmak için ayırmalı. Bu zaman diliminde o hafta yaptığı şeyleri gözden geçirebilir, sonuçlar çıkarabilir, kendini eleştirebilir ve çareler arayabilir. Bu daha özel anlamda söylersek, çalışılan bir konunun bir konu testi yapılarak ölçülmesinden, bir öğretmenden dersindeki durumuyla ilgili bilgi almadan, deneme sınavları sonucunda mevcut durumunun değişimine kadar pek çok şeyi kapsayabilir. Eldeki imkanlar ölçüsünde ölçme sistemi, zamanı ve yöntemi çeşitlilik gösterebilir. Ölçme sonuçlarının grafik, çizelge gibi araçlarla görselleştirilmesi ölçme sonuçlarını anlamayı kolaylaştırır.

Şimdi bir örnek vermek istiyorum, bu aynı zamanda bir çalışma yöntemi; Ders Tarih, Konu: İlk çağ uygarlıkları.

1.  Önce, bir konu anlatım kitabından konuyu çalışıyorum. Bu aşamada mümkün olduğunca bu işlemin kısa sürmesine ve anlayarak olmasına gayret ediyorum. Bu işlem bittikten sonra, mutlaka bu konunun peşinde bir konu testi vardır, onu yapmaya hazırlanıyorum. Buradaki kritik nokta testi çözmeye başladıktan sonra hiç bir şekilde konu anlatım kısmına bakılmamasıdır. Kısaca kopya çekmek yok.

2.  Teste geçmeden önce test çözme süresi belirliyorum. Örneğin; 5 dakika. Bu süre derslere ve testin türüne göre farklılık göstermeli ve zaman ilerledikçe 10'ar saniye aşağı doğru çekilmeli. Sonra bir yere gelir durur. Şimdi testin süresi belirlediğimize göre, saatimizi ayarlıyoruz ve testi çözmeye başlıyoruz. Test bittikten sonra yanlış soru varsa onların cevaplarını konu anlatım kısmından bulup öğreniyoruz. Eğer yanlış sayısı çok fazlaysa, örneğin, ben 20 soruda 15'in altını başarısızlık olarak kabul ediyor ve konu anlatımını baştan yeniden çalışıyordum. Daha sonra tekrar aynı konuda başka bir test çözüyor ve gene başarısızlık varsa aynı işlemi yeniden yapıyordum. Bunu bir kaç kere yapınca beyin isyan ediyor ve bir dahaki sefere bunu daha iyi öğreneyim yoksa iş uzuyor, uzayınca başka şeylere vakit kalmıyor diye düşünüyor ve kendi kendini daha hızlı ve dikkatli öğrenmeye odaklıyor. İşte aradığımız şey de bu. 

3.  Testi çözdük ve 20'de 18 yaptık diyelim. Başarılı bir sonuç. Ama gözden kaçırılmaması gereken bir şey var. Konu anlatımını ve testi aynı kimseler, yayınevi ... vb hazırlamış. Tarafsız bir hakeme ihtiyaç var, bunun için başka bir yayınevinin kaynağı kullanılabilir. Diğer yayınevinin kitabından, aynı konuda konu anlatımına bakmadan doğrudan testi çözülür ve eğer istenen başarıya ulaştıysan, o konuyu öğrenmişsin demektir. Eğer başarısız olursan bu sefer başarısız olduğun testin konu anlatımını tekrar ve sonra başka bir yayınevinin testi. Farkettiysen bu başarısız olduğun zaman zahmetli, uzun süreli ve sıkıcı bir süreç. Ama beyin bu uzun ve sıkıcı süreci farketti mi, en kısa sürede bu halkadan kurtulmak için tam kapasite çalışır. Bunu yapabilmek için kendini zorlar ve geliştirir. Bu hızlı, tam kapasite çalışan ve dikkat oranı çok yüksek beyin sana üniversite sınavı dahil hemen hemen her türlü sınavı geçmende yardımcı olur. Bu yöntemle bir süre sonra çok kısa sürede daha çok şey öğrendiğini ve beynin geliştiğini görebilirsin.

Yukarıdaki örnek ders çalışırken ki ölçmeye örnek olarak yazılmıştır. Hafta sonları, bir yarım saatte, genel olarak tüm derslerden bu hafta nelere nasıl çalıştım, kendi yaptığım veya okulun yaptığı ölçmelerde sonuçlar nedir gibi bir öz değerlendirme yapmak başarıyı mutlaka artıracak ve sana sosyalleşmen için daha çok zaman kalacaktır.

Tavuğun Suyunun Suyu

Tavuk suyu çorbasının öyküsü oldukça hüzünlü. Eskiden lokantalarda tavuk suyu çorbası tavuğun kendisi haşlanarak yapılırdı. Hafif bir sarı yağ çorbanın üzerinde olurdu. Ve çok lezzetli olurdu. En çok sevdiğim çorbaydı. Sonra zamanla tavuk dönerciler türedi. Döneri hazırladılar ama bazı parçaları arttı, bu parçaları büyük bir tencerenin içerisinde koydular, bolca su eklediler. Başladılar kaynatmaya. Ama maalesef, bütün tavuktan haşlanmadığı için, hemen hemen hiç yağ çıkmaz, yağ olmadığı içinde lezzet de olmaz. Zamanla lokantalar bu lezzetsizliği gizlemek için çeşitli sebze parçalarını çorbaya ekleyerek durumu kurtarmaya çalıştılar ama olmadı. Bu seferde görüntü olarak güzel ve renkli ama hala lezzetsiz çorbalar yapıyorlar. Dolayısıyla en sevdiğim çorba şu an en nefret ettiğim çorbaya dönüşmüş oldu. Seninle ne mi alakası var?
Tavuğun kendisi ders kitaplarının kaynakça bölümlerinde yazan, hiç kimsenin merak etmediği (!) kitaplar veya kaynaklar. Tavuğun suyu ders kitapları. Tavuğun suyunun suyu test kitapları. Sen tavuğun suyunun suyunun suyunu içtiğin için keyif almıyorsun. Arada sırada tavuğun kendisini yemen gerekiyor. Söylemek istediğim şey, ders kitaplarını ve hatta mümkünse daha geniş kaynakları geçip sadece test kitaplarına yönelmek lezzetsiz ve sıkıcı bir işlem. Ve fırsat bulup o konuyla ilgili daha geniş kaynaklara bakmak, lezzeti almanı sağlar ve daha çok şey öğrenirsin.

Kendini Tanımak

İnsanlar ilk çağlarda önce Astronomi bilimine ilgi duymuşlar. Önce en uzaktakini tanımaya çalışmışlar, sonra zamanla daha yakına, ve daha sonra daha da yakına ilgi duymuşlar. Bu nedenle psikoloji en geç ortaya çıkan bilim dallarından.

Kendimizi tanıdığımızı sanıyoruz ama tanımıyoruz. Örneğin, aşağıdakilerden hangilerinin üzerine daha önce düşündün veya öğrenmek için çaba sarfettim.

  • Kişilik tiplerinden hangisine uyuyorum?
  • Benim bir günde ne kadar uykuya ihtiyacım var?
  • Sabah erken kalkmak mı yoksa geç saate kadar uyumak mı mutlu ediyor beni?
  • Sosyal miyim?
  • Bir de günde ne kadar su içmek gerekiyor?
  • İdeal kilom kaç olmalı?
  • Hangi hastalıklara karşı risk altındayım?
  • Ruh sağlığım yerinde mi?
  • En son ne zaman bir check-up yaptırdım?
  • Neler beni mutlu ve neler mutsuz ediyor?

Daha pek çok soru. Ama çoğu üzerine hiç düşülmemiş. Matematik sınavı uykumuzdan daha önemli olmuş. Fizik sınavı yürüyüş yapmamızdan daha önemli olmuş. Kitap okurken bile acaba derse ve sınavlara faydası olur mu düşüncesiyle kitap tercihi yapmıyor muyuz?

Bu koşturmacının içerisinde kendimizi tanımaya ne kadar fırsat buluyoruz? Başka bir deyişle kendimizi ne kadar umursuyoruz?
Kendimizi tanımak demek güçlü ve zayıf yönlerimizi tespit etmek demek. Güçsüz yanlarımızı güçlendirmeye çalışmak demek. Dezavatajları, avantajlara dönüştürmeye çalışmak demek.

Önce Taklit Etmek Sonra Özgünleşmek

Başarıya götüren bir eylem zinciri ya da oluş şekli vardır. Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte aşağı yukarı aynıdır.

Başarı taklit edilebilir. Örneğin, başka bir öğrencinin çalıştığı şekilde çalışıp, aynı kaynakları kullanırsan, çalışma sürecini taklit edebilirsen başarısını da taklit edebilirsin. Sınıfınızda her dersten öne çıkan öğrenciler vardır. Kimisi Matematik’te daha iyidir, kimisi Fizik’te, kimisi Edebiyat’ta. Eğer bir gazeteci gibi resmi olmayan röportajlarla başarı sırlarını çözebilirsen benzer bir başarıyı elde edebilirsin. Üstelik sorduğun öğrencilerden daha başarılı olursun. Sorduğun öğrenciler genelde bir derste öne çıkmışken, sen eğer hepsinin ortak noktasını, başarıya giden yolu, keşfedebilirsen bir anda hepsinden daha başarılı olma ihtimalin var. Bütün mesele başarıya nasıl ulaştıklarını öğrenmen. Bunun için doğru soruları sorman gerekir. “Nasıl?”, “Ne zaman?”, “Niçin?” gibi sorular. Edindiğin sonuçları yorumlayıp, ortak özellikleri çıkarabilirsin.

İyi bir taklitten sonra ortaya çıkan bir sonuç var. Taklit ettiğin kimselerden farklısın. Pek çok şeyiniz aynı olsa bile geçmiş yaşantılarınız farklı. Bu demektir ki tecrübeleriniz ve bilgi birikiminiz farklı, ayrıca kabiliyetleriniz, imkanlarınız veya imkansızlıklarınız farklı, kişiliğiniz farklı. Özetle dünyadaki herkes bir birinden farklı. Benzer yönleriniz olsa bile farklılıklar da var. Ayrıca biz soru sorduğumuz kişilerin başarısından daha iyisini istiyoruz. Bu nedenle mümkün olan tüm çalışma yöntemiyle ilgili bilgileri topladıktan sonra, bu veriyi kendimize özel olarak tekrar yorumlamalıyız. Bunu başarabildiğimiz zaman başarıya daha rahat ulaşırız.

Özenli ve Dikkatli 5 Dakika Özensiz 5 Saatten Daha Değerli

A öğrencisine ve B öğrencisine basit bir görev veriyorum. Diyorum ki; “Öğleden sonra 6’da. Okulun önünden bir otobüs geçecek. Kaç penceresi olduğunu saymanızı istiyorum.”

A Öğrencisi; Saat henüz 2 olmasına rağmen, bu sözün üstüne hemen okulun karşısına gidiyor ve gözünü yola çevirip hiç kaçırmadan yola bakmaya başlıyor. Saatler geçiyor sıkılıyor, o ara yağmur yağıyor ama beklemeye devam ediyor. Sürekli aynı noktaya bakmaktan gözleri yoruluyor ve yaşarıyor. O ara arkadaşları geliyor, bir şeyler soruyorlar ama cevap vermiyor, işine konsantre bir şekilde bakmaya devam ediyor. Yolun kenarında oturduğu için yoldan geçen arabaların tozlarına saatlerce maruz kalıyor. Üstelik yemek de yemiyor. Su içmiyor. İnsanların garip bakışları içerisinde beklemeye devam ediyor.
B Öğrencisi; “Daha çok erken” deyip, arkadaşlarıyla geziyor, eğleniyor. Az bir şey uyuyor. Yemek yiyor sonra. Televizyon izliyor. Kitap okuyor. Az da basketbol oynuyor. Arada bir saati kontrol ediyor. Ama hayatına devam ediyor. Sonra 6’ya 5 dakika kala yolun kenarına gidiyor. Ve otobüsü beklemeye başlıyor.
“İkisinden hangisi daha başarılı olur?” derseniz B öğrencisi. Çünkü, dikkatini vermesi gereken süre sadece 5 dakika, A öğrencisi saatlerdir bunu yaptığı için hem yorulmuştur hem de dikkati dağılmıştır. Belkide uyuya kalmıştır. Ya da sıkıntıdan başka bir tarafa bakarken otobüs geçmiş olabilir.
İkisi de başarılı olsalar (her ikiside otobüsün pencerelerini doğru saysalar) bile. İkincisi (B öğrencisi) hayatını yaşadı ve bu yüzden daha mutlu. Ve üstelik, şimdi başka bir görev verseniz onu da yapabilecek durumda. A öğrencisi şu an aç, yorgun, bıkkın, morali bozuk, sosyalleşmemiş … vb.
Daha çok yorulan, daha çok emek veren, daha çok fedakarlık yapan A öğrencisi ama ödülü alan B öğrencisi.
Normal şartlarda her hangi bir kimsenin A öğrencisinin yaptığını yapması mantıklı mı? “Hayır” diyorsan, o kadar çok öğrenci bunu yapıyor ki o yüzden bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum.

Düzenli Aralıklarla Planlama Yapmak

Bir bina yapmaya karar verdik. Kazma kürek aldık ve yapmaya başladık. Başarılı olma ihtimalimiz çok düşük. Büyük ihtimalle çok kötü görünümlü bir şey çıkar ortaya. Diyelim ki binayı yaptık, ilk sarsıntıda yerle bir olur. Öncelikle, yapabiliyorsak kendimiz, en kıymetlisi bu, kişi kendini daha iyi tanır, yapamıyorsak bir mimara iyi bir plan çizdirmemiz gerekir. Mimar sadece görüntü olarak ilgilenmez binayla, aynı zamanda duvarların kalınlığını, nasıl daha dayanıklı olacağını, çevre şartlarını vs hesaplar, bunu yaparken tecrübesine ve aldığı eğitime güvenir. Ancak ondan sonra binayı yapmaya başlayabilirsiniz. Bir öğrenci için en iyi mimar rehberlik servisidir. Çünkü, tecrübelerine ve aldıkları eğitime güvenirler. Plan çizildikten sonra inşaa süreci başlar. Mecburen binayı kendin yapman gerekiyor.

Haftalık, aylık, 3 aylık, dönemlik, yıllık planlamalar nereye doğru gittiğimizi belirler. Şimdi sağ gösterip sol vuracağım. Buradan Samsun’a yola çıktık. Ben yürüyerek sen dolmuşla Samsun’a gidiyorsun. Yarım saat sonra hangimiz hedefe daha yakınız? Şimdi sol vuruyorum; “Hedefin Samsun olduğunu” söylemedim. Hedef Sinop’tu. Dolayısıyla ben yürüyerek gittiğim halde hedefe senden daha yakınım. Planlamalar, hedef kontrolü, ölçme sonucunda ortaya çıkabilecek eksikleri gidermeyi, konum kontrolünü daha sağlıklı yapmamızı sağlar. Planlamalar hayatın akışına göre ve kişiye göre katı veya esnek olabilir. Senin yaşını düşünürsek, esnek bir planlama daha mantıklı. Yalnız esnek planlama da her zaman eksik bırakabileceğin şeyler olduğu düşünülerek eksikleri giderme zamanı olmalı. Örneğin, tüm hafta planlanır ama Pazar günü öğleden önce hafta boyunca yarım kalan şeyleri gidermek için boş bırakılır. Örneğin, Pazartesi günü ailen tiyatroya gitmeyi planladı. Ailenle geçireceğin zaman çok kıymetli, bu nedenle Pazartesi günkü Fizik testini çözmüyorsun (tabi ödev değilse), ailenle o gün hoşça vakit geçiriyorsun, ama Pazar günü öğleden önce o Fizik testini çözüyorsun. Eğer Pazar gününü de normal planlamaya dahil edersen Pazartesi günkü eksikliği telafi edecek zaman bulamazsın. Eğer o hafta hiç eksik kalmadıysa Pazar günü öğleden sonra ders harici şeylere veya geleceğe yönelik diğer ders konularına yönelik bir şeyler yapabilirsin. Bu sayede beyin hafta boyu düzgün çalışınca Pazar günü rahat edeceğini bilir. Bu hafta boyu daha özenli ve dikkatli çalışacağı anlamına gelir.

Bu kısımda anlatılanlar ve yazının diğer bölümlerindekiler yapılması zor gelebilir. Mesele ilk kez yapmakta. İlk kez yaptıktan sonra zamanla planlama da, ölçme de, araştırma da, yorumlama da, … vb ustalaşırsın. Çok kısa sürede, muhtemelen 15 dakika da haftayı planlayabilirsin.

Eşref Saatini Bulmak

Eşref Saati kavramı muhtemelen sana çok yabancıdır. İnsanların kişilikleri, hayat şekilleri bir birinden farklıdır. Kişiden kişiye insanların en verimli oldukları saatler değişir. Bazı insanlar gündüz sabah saatleri daha verimliyken, bazı insanlar gece daha verimlidir. Kısaca bazı insanlar aynı işi sabah, bazıları da gece daha kısa sürede ve verimli yaparlar. Kısaca eşref saati, bir kişinin bir işi en verimli yaptığı saate verilen isim. Dediğim gibi bu belirli bir saat değil, kişiden kişiye göre değişen bir zaman dilimi. Örneğin; benim en verimli çalıştığım saatler gece 10.30 ile 12.00 arası. Bir kaç kez ölçüm yaptım. Bir sınıfın sınav kağıdını okulda dersim olmadığı bir saatte okudum. Diğer sınıfı gece 11 civarı. Gündüz okuma sürem gece okuma süremin iki katı ve öğrencilere kağıtlarını incelemeleri için verdiğim de bir sürü hata çıktı. Üstelik oldukça yorulduğumu fark ettim. Ama gece 11.00 de okunan kağıtlar hem daha kısa sürede, hem de hemen hemen hatasız bitti. Üstelik herhangi bir yorgunlukta yaratmadı. O nedenle yapacağım iş yüksek konsantrasyon gerektiriyorsa gece 11 civarı yapıyorum. Örneğin aynı gece hem film izleyecek hem de bir saatlik çalışacaksam, 11’e kadar film izliyorum, 11’den sonra bir saatlik çalışmamı yapıyorum.

Kısaca herkes gibi senin de bir eşref saatin vardır. Öncelikle o saati bulmalısın. Bunun için benim yaptığım gibi küçük testler yapabilirsin. Bulduktan sonra çalışma zamanlarını o saatlere kaydırıp, eğlenme zamanlarını diğer saatlere planlayabilirsin. Amaç daha çok işi, daha kısa süre de, daha verimli yapmak.

Büyük Resmi Görmek

Matematik Testi Çözmek – Matematik Öğrenmek – Matematik Sınavından Yüksek Not Almak – Sınıfı Geçmek – Üniversite Sınavını Geçmek – Üniversiteyi Başarılı Bir Şekilde Okumak – İyi Bir Meslek Sahibi Olmak – İyi Bir İş Bulmak – Mesleğinde Aranan ve Takdir Edilen Biri Olmak ….

Günde 30 Dakika Yürümek – Okul Hayatı Boyunca Yürüyüş Yapmak – Üniversite de Yürüyüş Yapmak – İş Hayatında Belirli Zamanlarda Yürüyüş Yapmak – Emekli Olduktan Sonra Düzenli Yürüyüş Yapmak – Sağlıklı Bir Hayat Sürmek

Niçin Matematik Testi çözdüğünü ve yürüdüğünü bilirsen herşey daha kolay ve anlaşılabilir olur. Aklı başında hiç kimse Matematik testinden daha yüksek almak için ders çalışmaz, ama Matematik testi çözdüğünde yukarıdaki gibi bir mantıksal çıkarımı yaparsa, neden çalışması gerektiğini bilir. Biz bunu kendimiz için değil beynimiz için yapıyoruz. Beynin doğruluğuna inandığında çalışman daha kolay.

Şimdi büyük resmi görmeye bir örnek vermek istiyorum. Geçen dönem bir öğle arası bir sınıfa girdim. Öğrenciler heyecanla İnteraktif Tahtada bir şeyler çiziyorlardı. Mutlu neşeli, birisi çiziyor diğerleri dikkatlice bakıyorlar. Bu nedir diye sordum? “İngilizce öğrenmek için bir oyun” dediler. Oyun çizim üzerine. Mutlaka sende karşılaşmışsındır. Oyunu yapay zekaya karşı oynuyorsun. İki kişi oynanıyor. Önce İngilizce bir kelime ismi veriliyor, örneğin “cat” sonra onu çizmeye başlıyorsun. Çizim kediye benzemediği sürece yapay zeka başarısız olduğunu söylüyor. Bu nedenle kediye daha çok benzetmek için daha detaylı çiziyorsun. Eğer süresi içerisinde başarılı olamazsan kaybediyorsun. Yalnız dikkati mi çeken şey, yapay zeka iyi çizsen bile bazen anlayamamış gibi yapıyor ve sen daha dikkatli çizmek zorunda kalıyorsun. Ve ortada bir oyun zevki ve süre olduğu için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorsun. Biraz inceleyince oyunu, tanıtım sayfasında şu ana kadar 1 milyar çizim kaydedildi yazısını gördüm. Aradan geçen süreyi düşününce, bu oyunda şu ana kadar milyarlarca kez çizim kaydı yapıldı demek. Bu çizimlerin depolanması, dünyanın her yerinde bu oyunun oynanması ciddi kaynak ve maliyet gerektirir. Ve düşünmeye başladım. Koskoca şirket niçin böyle bir oyun yaptı ve insanların oynamasını istiyor. Daha doğrusu niçin milyonlarca insana resim çizdiriyor. Sanırım sorumun cevabının bir kısmını geçen ay buldum. Bu şirket yakın zaman da yeni bir ürün tanıttı. İnternetten araştırabilirsin. Ürün bir nevi sınıflarımızda ki interaktif tahtanın benzeri. En çok öne çıkarılan özelliği, siz şirket toplantısında bir şeyler çizerek anlatmaya çalıştığınızda, örneğin bir kedi çizmeye başladığınızda sağda çizilmiş kedi resimleri çıkıyor, bu çizimlerden beğendiğinizi seçiyorsunuz, işin enteresan tarafı bu çizimler sizin çizmek istediğiniz kedi resmine çok benziyor. Bu tahtanın yurt dışı satış fiyatı binlerce dolar. Muhtemelen Türkiye’ye 30.000 TL civarı bir fiyatla gelir. Ne büyük rastlantı? Acaba dünyanın dört bir tarafında çizilen kedi resimleri ülkelere ve hatta bölgelere göre guruplanmış mıdır? Eğer o oyunu oynarken oturum açtıysanız, çizimlerinize yaş, cinsiyet, kültür, din, milliyet, kişilik tipi gibi bilgiler eklenmiş midir? Örneğin, Türkiye’dekilere Türkiyede çizilmiş kedi resimleri, Çindekilere Çinde çizilmiş kedi resimleri çıkarılıyor mudur? Peki çizimlere bakarak, bir toplumun kişilik haritası çıkarılabilir mi? Bu haritalara bakarak geleceğe yönelik ülkelerle ilgili tahmin veya gelecekte hangi ürünlerin muhtemelen daha çok satılacağı, tüketileceği düşünülerek, şimdiden bazı ürünlere yatırım yapılabilir mi? Diğer yandan eski okunamayan veya okunması çok uzun süre alan eski yazıtları yapay zekaya okutmaya çalışıyorlar. Eski yazıların büyük bir kısmı sembollerden ve çizimlerden oluşuyor. Dünyanın dört bir tarafından, bir birinden farklı kişilik, cinsiyet, yaş, kültür .. gibi kaynaklardan elde edilmiş milyarlarca resimden oluşan bir veritabanı böyle bir yazı çözümlemesinde işe yarar mı acaba? Acaba dünya üzerinde milyonlarca insan isteyerek, ücretsiz olarak böyle bir veritabanı oluşturulmasında çalıştırılmışlar mıdır? Bu konu çok geniş. Şimdilik bu kadar.

Bilimler Arasındaki İlişkiyi Görmek

Tüm bilimler yukarıya çıktıkça birleşir. Bilimlerin en üstü hangi bilim bilmiyorum. Sanırım Felsefe yada Matematik. Seni ilgilendiren kısım tüm gördüğün dersler birbiriyle ilişkili. Birini ne kadar iyi bilirsen diğerlerini öğrenmen o kadar kolaylaşır.

Hemen bir örnekle açıklayayım. Burada anlatacağım şeyler kendi düşüncelerim. Araştırmadım, zaten benim için hayati bir bilgi de değil. Örnek olduğu için bire bir gerçek olması da gerekmiyor. Ama sen istersen internetten araştırabilirsin. Kafama takılan soru “Çöllerde niçin bu kadar çok kum var?”
Nem olan ortamlarda ani ısı değişimleri olmaz. Yada nem oranı fazla olan yerlerde ısı çok yüksek veya çok alçak seviyelere inmez. Örneğin, Karadeniz bölgesinde sahil kesiminde, deniz kenarlarında kışın sıcaklık kolay kolay eksiye düşmez. Ama biraz içerilere girince nem az olduğu için karasal iklim başlar ve yılın soğuk aylarında ısı rahatlıkla eksinin altına iner. Doğu Anadolu Bölgesi büyük su kaynaklarından oldukça uzak. Bu nedenle Karadeniz, Ege, Akdeniz’den gelen rüzgarlar, bu uzak bölgeye nemi taşıyamaz. Bu nedenle Erzurum’da yazın bile, gündüz hava sıcaklığı 40’ı bulurken, geceleyin eksiye bile düşebilir. Erzurum’da yaz aylarında gece dışarı çıkacaksan yanında bir kazak belki de bir mont bulundurman gerekir. Şimdi gelelim çöllere. Çöller su kaynaklarından uzak bu nedenle nem çok düşük ayrıca buharlaşma oranı çok yüksek. Kısacası hava da nem yok denecek kadar az. Bu nedenle çöllerde gündüz sıcaklık 40, 50 dereceyi bulurken, geceleri çok soğuk olur. İzlediğim tüm filmlerde, eğer film çölde yada yarı çölde geçiyorsa geceleyin ateş yakarlar ve konuşmalar bu ateşin etrafında geçer. Gece sıcaklığını da -5 diyelim. 50’den eksi -5’e, 55 derecelik bir değişim var demektir. Ve bu değişim çok hızlı olur. Kayalar ani ısı değişimlerinde çatlarlar. Daha küçük parçalara bölünürler. Her gün ve gece bu döngü devam ettiği için her seferinde daha küçük parçalara bölünürler. Bir taraftan da sıcaklık basıncından oluşan nedenlerle çıkan rüzgarlar yoluyla bu küçük kaya parçaları sürekli yer değiştirir. Yer değiştirirken yüzeyi aşınmaya başlar ve sürekli yuvarlandığı için yuvarlak bir görüntü alır. Bu örnekten edindiğimiz bilgiler;

1.  Coğrafya
⁃ Karadeniz Bölgesinin iç ve sahil kesiminde farklı iklimle görülür. 
⁃ Karadeniz Bölgesinin sahil kesiminde gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkları azdır.
⁃ Karadeniz Bölgesinde dağlar denize paralel olarak uzanmaktadır. (Bu nedenle denizden gelen nem iç kesimlere ulaşamaz.)
⁃ Doğu Anadolu'da Karasal iklim görülür.
⁃ Doğu Anadolu Bölgesinden gündüz ve gece arasındaki ısı farkları yüksektir.
⁃ Doğu Anadolu Bölgesi büyük su kaynaklarına uzak bir konumdadır.
⁃ Çöllerde nem azdır.
⁃ Çöllerde gündüz ve gece arasındaki ısı farkı çok yüksektir.
⁃ Deniz kenarlarında gece ve gündüz arasındaki ısı farkı azdır.
⁃ Çöllerdeki kumlar aslında, büyük kayaların küçük parçalarıdır.
⁃ Çöllerde ısı basınç farkları nedeniyle ani rüzgarlar oluşur.
2.  Kimya
⁃ Nem ani ısı değişimlerini engeller.
⁃ Nem'in dengeleyici etkisi vardır.
3.  Fizik
⁃ Cisimler hareket ettikçe yüzeylerinde aşınma meydana gelir.

Şimdi bu bilgiyi daha da geliştirerek, nem isteyen bitkilerden yola çıkarak gene Coğrafya ve Biyolojiye konuyu bağlayabiliriz. Yada Karadeniz Bölgesinin sahil kesiminin tarıma daha uygun olduğu için nüfus yoğunluğundan bahsedebiliriz. Ve buna bağlı olarak Tarih bilimine girebiliriz. Biyoloji biliminde nemi az olan ortamlarda yaşayan canlıları araştırabiliriz. Nem azlığının oluşturduğu ekosistemi. Çölde yaşayanların gece ısınmak için ateş etrafında toplandıkları için Eski Arap Edebiyatında sözlü anlatımın, hikayeciliğin, şiirin ne kadar geliştiğinden yola çıkarak Sosyolojiye, Psikolojiye, Felsefeye, Edebiyata doğru konu dağıldıkça dağılır.

Sonuç: Kimya dersinden öğrendiğin “nem ile ısı arasındaki ilişki” Coğrafya’da bir konuyu anlamanı olumlu yönde etkiler. Ama eğer sen bağlantıyı kurabilirsen. Yoksa hepsini ayrı ayrı ezberlemen gerekir.

Yaratıcı Beyni Beslemek

Yapay zeka alanındaki gelişmeler konusunda her gün yeni haberler okuyorum. 50 yıl içerisinde ve belki de daha yakın bir zamanda teknoloji bu şekilde ilerlemeye devam ederse, pek çok alanda insan gücüne ihtiyaç kalmayacak. Sadece Robotların çalıştığı bir fabrikada kimse için sağlık primi ödemene gerek yok. Robotlar istediğin kadar ve istediğin şekilde sürekli çalışır. Grev yapmazlar. Aralarında kavga olmaz. İş kazası olmaz. Zam istemezler. Surat yapmazlar. Geç kalmazlar. Yemek giderleri yoktur. Çünkü bunlar insani ihtiyaçlardır ve robotlar insan değildir. Teknik olarak kimseyi kovmana gerek olmadığı için, tazminat belasından da kurtulursun. İş dünyası yukarıdakine benzer nedenlerle robotların çağını heyecanla bekliyor. Şu an robotların çok hızlı iş yaşamına girmesini engelleyen tek şey yüksek maliyetleri.

Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, özellikle Avrupa’nın zengin devletlerinde çalışma saatlerini kısaltmak üzerine çalışmalar var. Bu aralar bu konuyla ilgili bir kaç haber okudum. Özetle; haber günümüzdeki otomasyon sistemleri nedeniyle insan gücüne çok fazla ihtiyaç kalmadığı, ayrıca daha kısa süre çalışanların daha verimli oldukları sonucuna ulaştıkları ile alakalı. Mesai bitimini bazı pilot yerlerde öğleden sonra 1’e çekmişler. Pilot uygulama sonuçlarına göre bunu yaygınlaştırmayı düşünüyorlar. Eğer bu gerçekleşirse ki, ben gerçekleşeceğine inanıyorum, çalışanlar 1’den sonra kendilerine iş dışında farklı bir hayat kuracaklar veya kurmaları gerekecek. Eskiden işten 5’te çıkardın. Eve 7’de ulaşabilirdin. Çocuk, aile derken bir anda gece 11 olur. Sonra da uyuyup sabah erken kalkardın ve bu döngü devam eder dururdu. Oysa yakın gelecekte saat 1’de işten çıkmış milyonlarca insanı eğlendirecek birileri gerekecek.
Yapay zeka için dünyada bugüne kadar bilinen, en önemli tabloların görüntüsünden oluşan bir veritabanı oluşturdular. Yapay zeka saniyeler içerisinde binlerce tabloyu inceleyerek, insanların tablolarda en çok beğendikleri kısımları ve tablolar arasındaki ortak noktaları bularak kendisi yeni tablolar yapabiliyor. Kısaca insanlığın yüzlerce yıllık sanat birikiminin taramasını yapıp, bu eserlerin en güzel kısımlarının alındığı sanat çalışmaları yapıyor..

Bunların neden mi anlatıyorum? Senin dört, beş yaşındaki yaratıcılığın vardıya, hani astronot olmak istiyordun, ve bunun için cips kutusundan mekik yapıp, Ay(!) olan masanın üzerine iniş yapıyor, ve odanın içerisinde yavaş yavaş Aydaymış gibi yürüyüş yapıyordun, işte tam olarak o yaratıcı beyne ulaşmaya çalışıyorlar. Henüz ulaşabildiklerini sanmıyorum. Ve bir insanın yaratıcı beynine benzer bir yapay zekanın yapılabileceğine de inanmıyorum. Çünkü, yaratıcılık hayatın boyunca ne yaptığın ile alakalı. Örneğin; ilkokul beşinci sınıfta öğretmeninin söylediği bir şey, 40 yaşında bir buluş yaparken, başka bir açıdan olaya bakmanı ve çözümü bulmanı sağlayabilir. Geçmişte makineler çağından önce, kaslı ve güçlü olmak önemliydi. Tarlada çalışan işçi, savaş meydanında baltayla savaşacak savaşçı, kale yapımında çalışan ne kadar iri olursa o kadar iyiydi. Günümüzde insan gücüne ihtiyaç azaldı. İlerde, çok ilerde değil belki sen 30, 40 yaşına gelmeden insan gücüne ihtiyaç kalmayabilir. Tüm bunlar olup bittiğinde, en değerli şey farklı, yaratıcı düşünen beyinler olacak. Bugün farklılıklar hor görülürken, o zaman geldiğinde farklı düşünen insanlar filozof muamelesi görecek. Çünkü, normal, sıradan olan şeyleri yapay zeka zaten düşünecek. Yapay zekanın düşünemeyeceği şey senin beşinci sınıfta öğretmeninle konuşman, ve bu konuşmanın beyninde yaptığı değişim.

Kısaca yaratıcı bir beyni geliştirmek, sürekli yeni fikirler üretmesini sağlamak, bence yüzlerce test sorusu çözmekten daha değerli. Çünkü, günümüzde bile basit tablet, telefon uygulamaları çok karmaşık matematik problemlerini kolaylıkla, yanlışsız, saniyeler içerisinde çözebiliyor. Bunu basit bir uygulama ve cep telefonu yapabiliyorken sana neden ihtiyaç olsun? O halde hiç bir koşul altında yaratıcı beyni feda etmemek gerekiyor. Her ders çalışmanda, her test çözümünde “Acaba başka bir şekilde yapılabilir mi? Daha hızlı yapılabilir mi? Daha hatasız yapılabilir mi? Bu tip soruları yada konuları başka nasıl yapabilirim?” gibi sürekli sorular sorarak, bir arayış içerisine girerek, yeni yöntemler deneyerek, bulduklarını yorumlayarak ve değerlendirerek yaratıcı beynini geliştirmeye çalışabilirsin.

Bu arada yukarıda bir yerlerde saat 1’den sonra çalışmayan insanları kim eğlendirecek? diye sormuştum. Yaratıcı beynini öldürmeyen, besleyen bir çocuk (o çocuk sen ol diye bu yazı yazılıyor) bir uygulama veya bir bilgisayar oyunu tasarlayacak. Daha önce kimsenin düşünmediği ve insanların ihtiyacı olan bir şey olacak belki. Yada, belki de, o çocuk bunların hiç birisini yapmayacak (!) ve asgari ücretle çalışıp, para biriktirip, maaşının üçte birini yaratıcı beyinlerini öldürmemiş başka çocukların yaptıkları oyunları oynamak için harcayacak.

Proje Temelli Öğrenme

Kendine bir proje bulup, bunun resmi bir şey olması gerekmez, projeyi gerçekleştirmeye çalışmak en önemli öğrenme yöntemi. Projeyi yaparken yeni şeyler, çeşitli ihtiyaçlar ortaya çıkar. Bu ihtiyaçlarını gidermek için mecburen ve isteyerek yeni şeyler öğrenirsin. Ayrıca öğrendiklerini hemen uygulayacağın için, proje temelli öğrenmek, öğrenmeyi de kalıcı hale getirir. Şu an dünya eğitiminden en çok adını duyduğum iki öğrenme yöntemi var. Bunlardan birisi “task-based learning (Görev Temelli Öğrenme)”.

İnternetten derste kullanmak üzere ücretsiz çalışma kağıtları ararken bir siteye denk geldim. Tam istediğim gibi bir siteydi. Dünyanın farklı ülkelerinden İngilizce öğretmenleri kendi hazırladıkları çalışma kağıtlarını paylaşıyorlardı. Bir süre bu siteden indirdiğim kaynakları kullandım. Sonra bir gün ben de kendi hazırladığım bir iki çalışma kağıdını yüklemeye karar verdim. Sitede en son yayınlanan çalışma kağıtları öne çıkarılıyor ve diğer öğretmenlerin beğenme, beğenmeme tepkilerine göre belirli bir reting alıyordu. İlk yüklediklerim ilgi görmedi. Ben de bunun nedenini bulmak için en çok indirilenleri inceledim. Hemen hemen hepsinde görselliğin ön planda olduğunu gördüm. Ben de o andan sonra yüklediklerime küçük görseller eklemeye karar verdim. Ama ciddi bir sorun vardı. İnternetteki görsellerin hemen hemen hepsinin belirli bir telifi vardı. Ve site telif sorunu olan herhangi bir çalışmayı kesinlikle kabul etmiyordu. Ben de telif istemeyen ücretsiz siteler aramaya başladım. En sonunda bir siteye denk geldim. Sitede 6000’e yakın clipart vardı. Çok çeşit yoktu ama gene de güzeldi. Ne olur olmaz diye site sahibine e-posta gönderdim ve görsellerini kullanıp kullanamayacağımı sordum? Bana istediğim gibi kullanabileceğimi ve hatta daha önce görseller hazırladığı başka bir siteden bahsetti. Ben de teşekkür edip, o siteye baktım. Site gerçekten çok zengindi ve herhangi bir telif sorunu olmayan yüzbinlerce cliparttan oluşuyordu. Oradan ihtiyacım olan clipartları aldım ve çalışma kağıtlarına ekledim. Sonra en son bulduğum clipartların olduğu siteyi inceledim. Orada da dünyanın dört bir tarafından gönüllü olarak grafikerlerin oluşturdukları ve ücretsiz olarak çalışmalarını dağıttıklarını öğrendim. Bende yapabilir miyim diye düşündüm ve e-posta yoluyla hangi uygulamayla bu grafiklerini oluşturduklarını sordum. Adı geçen uygulamayı indirip, video paylaşım sitelerinden Nasıl? videolarını izleyerek içerik üretmeye başladım. İlk çalışmalarım çok kötüydü. Sonrakiler güzeldi. Sonra 100’den fazla grafik oluşturdum. Yaptıklarımı o siteye yüklüyor ve beğeni oranına bakıyordum. Ben bu satırları yazarken oluşturduğum grafikler toplamda, sadece o sitede 619.979 defa indirilmiş. Ve bu sadece bir site. Klon sitelerle birlikte sanırım 1.000.000’dan fazla indirilmiştir. Ayrıca Çalışma Kağıdı paylaşım sitesinde de bu clipartlarla desteklenmiş hazırladığım çalışma kağıtları binlerce defa indirildi. Bu süreçte bir vektörel grafik uygulamasını kullanmayı öğrendim, grafik ve görsel bilgim gelişti. Yeni topluluklarla (hem grafiker hem de İngilizce Öğretmenleri) tanıştım. Yapılan çalışmaların dünyanın farklı yerlerindeki kişiler tarafından binlerce defa indirilmesi ayrıca keyif verdi.

Önce bir çalışma kağıdından yola çıktım sonra bir sürü şey öğrendim. Öğrendiğim şeyleri günlük hayatımda hala kullanıyorum.

Senin oturupta grafik uygulaması öğrenmeni beklemiyorum. Öyle bir amacım yok. Ama kendine bir proje bulup, bu TUBİTAK gibi resmi bir proje de olabilir resmi olmayan kendin için yaptığın bir proje de olabilir, peşine düşersen, yolda bazı araçlara ihtiyaç duyuyorsun, bu araçları kullanmayı öğreniyorsun. Sistemli çalışmayı öğreniyorsun. Farklı insanlarla birlikte çalışmayı öğreniyorsun ki bu iş yaşamı açısından çok önemli. Ayrıca mevcut derslerine daha farklı gözle bakmanı sağlıyor. Matematiğin, Fiziğin, Kimyanın, Coğrafyanın … vb. ne işe yaradığını gerçekten öğreniyorsun.

Eğitim Teknolojilerini Bilmek ve Kullanmak

Öğrencilerin ve herkesin elinde son derece pahalı teknolojik cihazlar var. Gözüm yok daha iyisi olsun. Rahatsız olduğum tek nokta, öğrenciler bu cihazları son derece sınırlı ve belirli amaçlar için kullanıyorlar. Bir cep telefonundan yola çıkarak, cebine koyduğun cep telefonunla neler yapabileceğinden bahsedeyim.

◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.
◦ İnternetteki halka açık tüm bilgilere erişebilirsin.

Bu bir basım hatası değil. Bu cümlemin açılımı ciltler dolusu kitap eder. İnsanlığın binlerce yılda bin bir zahmetle ulaştığı tüm bilgilerden bahsediyorum.

Binlerce yılda oluşmuş dünyanın en iyi ressamlarının yaptığı resimlerden bahsediyorum.

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarının oluşturduğu milyonlarca müzik parçasından bahsediyorum.

Binlerce yılda dünyanın en çok okumaya meraklı insanları tarafından yazılmış milyonlarca kitaptan bahsediyorum.
Kutuplardaki oksijen oranını bile anlatan binlerce belgeselden bahsediyorum.

Aynı konunun binlerce kez farklı şekillerde anlatılmasından bahsediyorum.

Video paylaşım sitelerindeki milyonlarca eğitim videosundan bahsediyorum.

Konu insanlığın ortak birikimi olduğu için hep ifadeler milyonlar, bazen de milyarlar olarak geçiyor.

NASA cebindeki telefonun işlemcisinden daha zayıf bir işlemciyle Ay’a İnsan gönderdi, haberin olsun. İnternette bu konuda çıkmış haberlere bakabilirsin.

Sonuç; Cep telefonunun eğlence aracı olmasına karşı değilim, eğlence aracı olması yanısıra aynı zamanda bir öğrenme aracı da olmasından yanayım.

Dersleri Ders Olarak Değil Bilim Olarak Görmek

İnsanlar yeni şeyler öğrenmekten keyif alırlar. Bilimler canlıları ve cansızları daha iyi tanımamızı sağlar. Görünmeyeni, görmeyi sağlar. Ve bu insanlara keyif verir. İnternette mutlaka çılgın kimya öğretmenlerinin yaptığı ilginç deneylere denk gelmişsindir. Renkli sıvılar, alevler, duman … vs. Tıpkı sihir gibi. Bu sihri izlerken bile çok keyif alıyoruz, ya bir de o sihri yapan olsak kim bilir nasıl hissederiz.

Alt katmanı görüyoruz. Alt katman dersler, sınavlar. Üst katman ise o dersin aslında bir bilim dersi olduğu. Bakış açımızı değiştirdiğimizde aslında sürekli ders çalışıyor oluruz. Bir Afrika belgeseli izlerken Biyoloji, zooloji, coğrafya öğreniriz.

Zamanı Ayarlamak: Ölü Saatleri Bul!

Amaç hem ders çalışmak hem de sosyalleşmek. Bahsettiğim her iki şeyide doğru bir planlama ile yapmak mümkün. Yaz tatilinden bahsedeceğim ama bu okul zamanına rahatlıkla uyarlanabilir.
Yazın pek çok kişi çalışmıyorsa, yani mesai yapmıyorsa genelde geç saat denecek bir zamana kadar uyur. Geç saate kadar uyudukları için de kendilerine tam olarak gelmeleri öğleyi bulur. Daha sonra güzel bir yemek yedikten sonra dışarı çıkarlar ve arkadaşlarıyla zaman geçirirler.

Bizim peşinde olduğumuz zaman, başkalarına göre ölü zaman olan sabah yedi veya sekiz ile on arası. Herkesin uyuduğu saatlerde gerekli çalışmayı yaparız. Daha sonra arkadaşlarımız kalktıktan sonra dışarı çıkıp gezeceksek gezeriz. Bu sayede hem çalışmış hem de sosyalleşmiş oluruz.

“Yazın sabah erken kalkmak mı?” Evet, doğru duydun. Sıcak mevsimlerde geç saate kadar uyumak kişinin verimini, hayat kalitesini çok düşürüyor. “Peki neden yazın ders çalışıyoruz ki?” Birincisi; dönem boyunca eksik kalan konular mutlaka vardır, onları tamamlamak için. İkincisi; dönem boyunca öğrendiğin konuları derinlemesine incelemek ve yorumlamak için. Üçüncüsü; yeni yıla hazırlanmak için. Dördüncüsü; yıl içerisinde ders çalışmaktan başka şeylere de zaman kalsın diye. Biz bu mantıkla çalışmayı tüm yıla yayarak, her gün herşeye vakit bulmaya çalışıyoruz.

Ölü saatler sadece ders çalışmak için değil, bireysel hobiler için de kullanılabilir; resim yapmak, bir müzik aleti çalmayı öğrenmek veya spor yapmak gibi başka şeyler için.

Okul zamanı en mantıklı ölü saatler sanırım sabah 5, 7 arası. O saatlerde tüm arkadaşların uyuyor olacak, dolayısıyla sosyal ağlardan tut, anında mesajlaşma uygulamalarına kadar herşey, herkes uykuda olduğu için sessiz olacak. Ayrıca, o saatlerde etrafta da derin bir sessizlik olur. Kısaca hiç kimsenin ve hiç birşeyin rahatsız edemeyeceği bir saatten bahsediyorum. Ayrıca bu sistemle sabah ilk derslerde herkes uyuklarken sen çok zinde olursun.

Pomodoro Yöntemi

İnternette sıklıkla Pomodoro yöntemine denk geliyorum. Pomodoro yöntemi düzenli mola vermeyi gerektiriyor. Sürekli çalışmaktansa, belirli aralıklarla mola vermek temel amaç bu yöntemde. Mola vermeyi kolaylaştırmak için çeşitli cep telefonu uygulamaları yapılmış, onlardan beğendiğin bir tanesini telefonuna kurabilirsin.

Kısaca Pomodoro yönteminden bahsedeyim. Önce 20 veya 25 dakika çalışıp bir 5 dak,kalık küçük mola veriyorsun. Sonra bir 20 dakika çalışma, 5 dakika mola. Bu bu düzende 4 veya 5 tur devam ediyor. Daha sonra büyük bir mola. İlk başta kulağa garip geliyordur. 20 dakika da bir mola vermek zaman kaybı gibi geliyordur. Yapılan araştırmalar 2 saat aralıksız çalışmaktansa, burda anlatıldığı gibi molalar vererek daha fazla iş yapıldığını, daha az yorucu olduğunu göstermiş. Kısaca söylemek gerekirse bu yöntemde daha az çalışacaksın, daha çok üreteceksin, ve daha az yorulacaksın. Üstelik o beş dakikalık aralarda hareket edersen vücudun da sağlıklı olacak.
Şimdi ilk işin, bu kitabı bitirdikten sonra, android veya ios mağazasından “pomodoro” diye aratmak olsun.

Sonuç

Bu kitapta anlatılanlar daha az çalışarak daha başarılı olmak ve üstelik mutlu olmak üzerine bilgiler içeriyordu. Umarım beğenmişsindir. Bu kitaba eklemek istediğim daha pek çok şey vardı ama kitabı bir an önce yayınlamak istedim. Öğrencilerin burada yazan bilgilere acilen ulaşmaları gerektiğini düşünüyorum. O nedenle bu haliyle yayınladım.

Saygılar Selamlar